Ortak Ahlak

Ortak Ahlak

"Ortak Ahlak" diye bir şey var mı, varsa herkes buna uymalı mı, evrimsel kökeni nedir, çocuklarda nasıl gelişir?

Hem biraz podcast (aşağıda veya bir podcast programı kullanıyorsanız şuradaki kanallardan), hem biraz yazı. Bu hizmeti de size babanız yapmaz. Haydi kolay gelsin.


Din-Ahlak-Toplum harcı

Bir süre önce, milletvekili Pelin Gündeş, görece “entelektüel” nedenler öne sürerek LGBT onur yürüyüşüne karşı olduğunu söylemişti. Beni anında blokladığı için orijinal tweetini göremeyeceksiniz ama olsun, devamında anlaşılacak içeriği…

1959’dan bir makale bulmuş, İngiliz hukuk profesörü Devlin’e ait. “Ortak Ahlak” kavramından bahsediyor. Makaleyi okudum. Yobaz bir anti-gay yazısı değil, hele ki tarihi düşünülürse. (Zaten hukuk felsefesi dediğin, mantık, ahlak, din, sosyoloji, yani her şeyle biraz alakalıdır. İlk bakışta basit gözüken bir konuyu alır, acayip yerlere götürür.)

Makalenin son paragrafı özet niteliğinde:

Akılcı ve iyi bir insan dahi, homoseksüelliğin sorun olmadığı çıkarımını yapabilir. Ama ortak bir ahlakın gerekliliğini red edemez. Toplum, kendisini bir arada tutan sosyal normları herkese empoze edecektir. Bu da meşrudur.

Yani felsefi açıdan haklı olsanız bile bu çok mühim değil. Toplum, bütünlüğünü korumak için sizi rahat bırakmayacaktır.

***

Devlin, bu bağlamda dini, kutsal bir otoriteden ziyade pragmatik bir araç olarak görüyor. Çünkü "toplumun bir harca ihtiyacı var" diye ahlak öğretemiyorsun. İlla dogmalar lazım:

Hiçbir toplum, din olmadan ahlak öğretmeyi beceremedi.

Ardından konuyu hukuka şöyle bağlıyor: Ahlak öğretmezsen, yani insan bazı kuralları içselleştiremezse, hukuku dışardan sağlaman imkansız olur. Sırf anayasa ile, polisle vs düzen sağlanamaz. O yüzden de hukuk, makul bir ölçüde, Hristiyan dogması üzerine temellenmeli. (kendi toplumu için konuşuyor tabii).

Şimdi buraya kadarki kısma bakıp Devlin’i de vekilimizi de eleştirmek işin kolay tarafı. Buraya geri döneceğiz zaten. Ben daha ilginç bir taraftan konunun altını doldurayım: Ortak Ahlak diye bir şey var mı? Varsa kökü nerede?


Ahlakın Tarihi ve Hayvanlar (podcast'te 7:25)

Ur-Nammu yasalarından beri, ahlakın yasalaşması hakkında elimizde kanıt var. Sonuçta kocasını aldatan kadına verilecek ceza, toplum ahlakına bir örnek. En azından Sümerlerden beri insanların bu konulara kafa patlattıklarını biliyoruz.

Daha önemlisi, meta-yorum olarak, ahlak felsefesi hakkında da insanlar konuşuyorlar (Platon). Yani “güzel ahlak ne olmalı”nın ötesinde, ahlaki kuralları koymanın kurallarını konuşuyor insanlar. Hristiyanlıktan asırlar önce.

Dolayısıyla sırf buraya bakarak bile, “ahlakımız din (İbrahimi dinler) üstüne kuruludur/kurulmalıdır” fikirlerinin ne kadar zorlama olduğu görülüyor. Devlin de zaten bunu hissetmiş, “elde bu var, yapacak bir şey yok” şeklinde konuşmuş.

Fakat bu işin tarihi bırak dinleri, medeniyetten de eski. Buna Ahlakın Temelleri görsel sunumlarında değinmiştim. Okumayanlar bir baksın, hap gibi yutarsınız hepsini.


Podcast’te, hayvanlardaki ahlaktan bazı örnekler verdim (9:00). Şempanze, köpek, yunus, fil gibi hayvanları az çok tahmin edersiniz ama yarasalarda, farelerde bile ahlakın temelleri gözleniyor. Nasıl?

Örneğin her gün mağaralarına kan getirmek zorunda olan yarasalar, bazen başarılı oluyorlar, bazen kan bulamıyorlar. Başarılı olanlar, getirdikleri kanı diğerleriyle paylaşıyor. Ama herkesle değil. Daha önce paylaşım yapmış olanlarla. Yani iyiliğe iyilikle karşılık veriyor, kalan bedavacıları da cezalandırıyorlar.

Karşılıklılık ilkesi (reciprocity) yarasadan tut insana kadar, grup içinde yaşayan birçok hayvanın özünde var. Bu olmasaydı, yani iyilikler ödüllendirilip, bedavacılık cezalandırılmasaydı, grup içindeki herkesin maksimum bencillik yapması mantıklı olur, ona göre evrilirlerdi. Bir başka deyişle, grup murup kalmazdı.

***

Benzer bir etki farelerde de gözleniyor. Fareler, yemek yediklerinde yanındaki farenin elektrik şoku yediğini gözlüyorlar. Kendilerine hiçbir şey olmuyor. Yemeye devam mı ediyorlar sizce? Hayır, fare de olsa, insan insandır.

Fare “arkadaşının” acısını fark ediyor (hatta başka testler gösteriyor ki, bu acıyı mirror neuron’lar sayesinde bir dereceye kadar hissediyor) ve yemeyi kesiyor. Alın size empati.

Karşılıklılık ve empati (ve ters yönde etkisi olan intikam duygusu), ahlakın direkleri. Bunların gelişmesi için, üyelerin birbirlerini ayırt etmeleri lazım. Özellikle de karşılıklılık için, bireyselleşme lazım. İnsanlarda bu daha ziyade yüz tanımayla oluyor (körseniz, ses tanıma). Eğer yüzümüz bu kadar farklı olmasaydı, ufak farklılıkları bile ayırt edecek bir beyin modülümüz olmasaydı, hesabı da yalan yanlış tutacak, birbirimizi grup içinde uyumlu davranmaya zorlayamayacaktık. Bunların hepsi el ele gelişmiş özellikler.

Türler Arası Empati (13:00).

Diyebilirsiniz ki bunlar gerçek ahlak değil, içgüdü.

Tamam ama birincisi, insanlardaki bir çok davranış da içgüdü olarak görülebilir. Bir annenin çocuk sevgisi, her seferinde aldığı rasyonel kararlar sonucu oluşmuyor. Oyun Teorisi testlerinde, bize kazık atanı cezalandırma isteğimiz de gayet evrensel (kültürden bağımsız) ve duygusal bir karar.

Ama daha ilginci, hayvanlarda da içgüdü sayılamayacak örnekler var: Farklı bir türdeki hayvana yardım. Fillerin, mahsur kalmış antiloplara yardım etmesi örneği gibi. Yahut kafese düşen insan bebeğini sahiplenen ve erkek gorillerden koruyan dişi goril gibi.

Eğer bu kadar kısıtlı fırsata rağmen bunları gözlemleyebilmişsek, doğada kim bilir ne kadar fazla örnek yaşanıyordur. Tıpkı insanlar gibi, gelişmiş hayvanlarda da ahlak ve içgüdü, birbirinden bıçakla ayrılabilecek kavramlar değiller.

trolley.jpg


Trolley Problem (16:20)

İnsanların karmaşık ahlaksal problemlere de içgüdüsel (yani evrimsel bir adaptasyona göre) yaklaştıklarını gösteren en basit örneklerden biri meşhur troleybüs problemi (tren problemi diyelim biz).

Tren iki yoldan birinden geçecek. Bir yoldaki raylara 5 kişi bağlanmış, diğerine 1 kişi. Siz de ne alakaysa artık kontrol merkezindesiniz. Hiçbir şey yapmazsanız tren yoluna devam edip 5 kişiyi öldürecek. Müdahale edip kolu indirirseniz tek kişi ölecek. Başka alternatif yok. Raylara bağlı insanların hiçbirini de tanımıyorsunuz. Ne yaparsınız?

Eğer çok orijinal biri değilseniz kolu indirip tek kişi öldürmeyi seçeceksiniz. Herkes öyle yapıyor. “Çoğunluğun ihtiyaçları, azınlığınkini ezer” anlayışı her kültürde epey temel (ama sonradan krallık, kölelik, vb kurumlarla bozuluyor).

***

Yukardaki problemin biraz değişik bir halini hastane problemi olarak sorabiliriz. 5 kişinin acil organ nakline ihtiyaçları var, yoksa ölecekler. O sırada sağlıklı bir insan rutin kontrol için hastaneye adım atıyor. Yaka paça indirip organlarını alır mısınız? Farz edin ki bunu yapmazsanız o 5 kişi ölecek.

Deminkiyle aynı denkleme sahip olmasına rağmen, insanların ezici çoğunluğu buna karşı. Ama neden karşı olduklarını tam anlatamıyorlar. Temel bir refleks bu. Yani kitaplardan öğrenilmiş, akıl edilmiş bir ahlaki tutum değil.

Farkın sebebi, muhtemelen, ikinci durumda aktif olarak o kişiyi öldürüyor olmamız. Ve karşılıklı anlaşmaya dayalı bir güven ilişkisinin bozulması (“hastaneye gelirsem kimse benim organlarımı çalmayacak, orası güvenli yer”). Bu tip ilişkileri, kısa vadede kara geçmek için bozarsanız (5 kişinin hayatını kurtarmak), uzun dönemdeki zararınız çok daha büyük olur.

Kısacası, biz neyi neden istediğimizi tam bilemesek de bir ortak ahlakımız var, en azından bu seviyelerde.


Bebeklerde Ahlak (18:30)

Peki bu ahlak ne zaman ortaya çıkıyor?

Bebeklerde, eskiden sanıldığından çok daha erken yaşta ortaya çıktığı gözlemlenmiş. Basitleştirerek özetliyorum: Bebekler 3 aylık olduktan sonra, yardımcı olan karakterleri, engel çıkaran karakterlerden ayırdedebiliyorlar ve yardımcıyı tercih ediyorlar. Temel bir dayanışma güdüsüyle programlanmışız.

Burada ilginç olan detay şu: Bir bebek ve küçük çocuk için, dayanışma ve adalet demek, eşitlik demek. Örneğin değerli bir şey paylaştırılacaksa, eşit şekilde paylaşıyorlar. Ve bunu, ortamda bir yetişkin olmadığı zamanlar da yapıyorlar.

BabyMorality.jpg

Fakat çocuk büyüdükçe, adalet kavramı karmaşıklaşıyor. Düz paylaşım yapmaktansa, kim daha çok çalışmış, kim daha yetenekli, kimin daha çok ihtiyacı var, benim ilerde ihtiyacım olabilir mi (yani biraz bencillik yapayım mı), tüm bunları denkleme katıyor çocuk. Tabii, bunu yapması için Marx okuyup “herkesten yeteneği kadar, herkese ihtiyacı kadar” gibi bir şey öğrenmesine gerek yok, zira bu gelişim de doğal biçimde oluyor.

Ve kısa süre içinde de, içinde yetiştiği kültürün kurumları tarafından iyice şekilleniyor. İşte o noktada, insanlığa ortak bir ahlak kalmıyor. Yani şu ana kadar bahsettiklerimiz binanın temeli ise, bunun üstüne çıkılan kültürel katlar epey farklı. Kimi daha düzgün, kimi çürük çarık.


Hangi çağın ahlakı? (25:30)

Bu noktada milletvekilimizin muhabbetine geri dönelim.

Devlin’in argümanındaki en büyük eksiklik, o ortalama Hristiyan ahlakının da çok değişmiş olması. 1959 yılında kimse köleliği savunamıyordu mesela. Ama dedeleri savunuyordu. Büyük dedeleri ise savunmaya gerek dahi görmüyorlardı, çünkü su gibi doğal bir şeydi.

İngiliz toplumu, bu muazzam değişim sonucu çözüldü mü? Bugün İngilizler de Almanlar gibi bizi kıskanıyorlar mı?

Toplum çözülseydi bile, bu olmasın diye köleliği devam ettirmek kabul edilebilir mi? İngiliz toplumunun bütünlüğünün bedelinin teorik bir sınırı yok mu yani. Mesela 5 milyonun -refahı için bile değil- sadece birlikteliği için, 50 milyon köle meşru mudur? 500 milyon?

***

Konuyu tarihsel çerçeveye oturtalım: Bu makale, meşhur bir komisyon raporu sonrası yayınlanmış. Komisyonun önerisi, özel hayattaki "ahlaksızlıkların" artık cezalandırılmaması. Yani bırak LGBT yürüyüşünü, evinin mahremiyetinde bile gay ilişkiye girsen, hapis cezası vardı.

Bu makalenin sadece 7 sene öncesinde, matematik dehası ve savaş kahramanı Alan Turing, homoseksüel diye kimyasal olarak hadım ediliyor. Bu aşağılanmaya ve hormonal değişimlere dayanamayıp intihar etmiş. Şimdinin "ortak ahlakı" ise, adamın hakkında filmler yapıp günah çıkartıyor. İngiltere yeni banknotlara onun resmini basacak yakında. Ne diye yandı bu adamın hayatı? Neyi başarı onu yakan ahlak?

***

İngiltere, benzer sebeplerle ceza almış ve çoktan ölmüş 50 bin kişiden özür diledi, ahlaki suç sicillerini sildi. Turing Kanunu dediler buna. Özür dilenenler arasında Oscar Wilde da vardı. Ününün ve yeteneğinin zirvesindeyken hapsi boylamıştı. Böyle bir dahinin, genç yaşta Fransa'da, parasız pulsuz tek başına ölmesine sebep olan ve şimdi isimlerini bile hatırlamadığımız bu gereksizler ordusunun ortak ahlakına koyayım. Neyse ki onların torunları, bugün Wilde'ın oyunlarını sahneliyorlar.


Pelin Gündeş'in vekil olması nasıl mümkün oldu? (32:00)

Uzaklarda örnek aramaya gerek yok aslında, vekil hanımın kendisine bakın: Batı'da eğitilmiş (Imperial College), başı açık bir kadın milletvekili. Böyle bir kombinasyon, Devlin'in işe yarar gördüğü o dini ahlak sayesinde olmadı. Ona rağmen oldu. Ortalamanın tahammül eşiğini katbekat aşarak oldu.

Atatürk pekala şunu diyebilirdi: "İşgalden zor kurtulmuşuz zaten, zaman birlik zamanıdır. Şu toplum mühendisliği işini abartmayayım, bazı şeylere dokunmayayım." Onun yerine "başlarım hassasiyetinize" deyip, elitlerin eşlerini toplum hayatına katılmaya zorladı. Ben yine belki olurdum ama vekil hanım yaşantısını bu "saygısızlığa" borçludur.

Şimdi de bu borcunu başkalarının önünü tıkayarak ödüyor. Üstelik bu topraklarda, Antik Yunan'dan Osmanlı elitlerine kadar, homoseksüel ilişkinin bir dereceye kadar makul görülmesinin tarihi, kadın yönetici fikrinin makul görülmesinden çok daha eski. LGBT yürüyüşü, bu vekil hanımın varlığından daha absürt değil yani.

***

Devletin ödevi, çoğunluğun ahlakını korumak değil. Çoğunluk zaten kendi değerlerini empoze ediyor her yoldan. Eğitimi, sermayesi, kültür üretimi, medyası, linç kültürü... Bir de üstüne devletin copuna, yargıcına ihtiyacı yok.

Devletin ödevi, azınlıklara bir nefes alanı sağlamak. Ben LGBT uzmanı filan değilim (zaten yazının büyük kısmı bunun hakkında değildi) ama çok belli bazı mahallelerde, o da senin bir günü yapılacak bir yürüyüş de makul bir nefes alanıdır artık. Sonuçta bu iktidar mitingi değil ki, evinden işinden seni zorla alıp, katılmaya zorlasınlar.

Bu şartlar altında bile, hakim değer savunuculuğu yapan elitler -hele ki kendi ayrıcalıklarını/haklarını daha dün kazanmış olanlar- canımı sıkıyor.


Gelecek: Parçalanmış gerçeklikler (33:50)

Ortak ahlak diye bir şey yok. Özellikle Internet sonrası, aynı fiziki evreni kaplayan ama fikirsel olarak bambaşka paralel evrenlerde yaşayan kesitlerden oluşuyor toplumlar.

Bugün Beşiktaş'ta yaşayan eğitimli bir insan, 5 km ötedeki bir mahalleye mi daha yakın, 5000 km ötede, atıyorum Portekiz'li, Brezilya'lı eğitimli orta üst sınıfın mahallelerine mi? Hangisine gerçekten komşu?

Yüzeysel bağlar var sadece (Kemal Sunal?). Geleceğimizi bırak geçmişimiz bile ortak değil, herkes farklı hikayelere inanıyor. Birisi bilmem ne padişahını yüceltiyor, onun üstünden egosunu okşuyor, birisi peygamberi, birisi askerleri, vs. Her ülkede benzer şeyler oluyor.

***

Ortalama diye bir şey artık manasızlaşmıştır. Bu yapının üstüne devlet gelip, tek tip vatandaş şablonu geçiremez. Israr ettikçe beyin göçü daha da artar, göçemeyenlerin de hayatı gereksiz yere zorlaşır.

Zaten kalabalıklaşmanın ve tektipleşmenin eskisi gibi bir getirisi de yok artık. Bir maymun sürüsü değiliz. Daha doğrusu, göbekli bir drone operatörünün, okyanusun ötesinden düzinelerce insanı tek parmağıyla yok edebildiği bir çağda yaşayan maymunlarız.

Parçalanmış gerçekliklere alışmamız lazım.


Not: Bu arada her podcast bölümünü Youtube kanalına da koyuyorum, beklerim.

The Third Man

The Third Man

Neo-Platoncular

Neo-Platoncular